29 Aralık 2012 Cumartesi

Bilinmezliklerin arifesindeyim. Gelecek ne getirecek bilmiyorum ama nefes almak istiyorum. Belki de son günlerim hayatta, hiçbir bilgim yok. Ciğerlerimi doya doya hava ile dolduramadan ölmek istemiyorum. Biri oturuyor sanki üzerime ne zaman nefes alacak olsam, boğuyor beni. Hiçbir şey yapamıyorum. Tüm çaresiz insanlar gibi gecenin karanlığında da boğuluyorum, gün içinde boğulduğum yetmezmiş gibi. "İyisin" diyorlar, "iyi olacaksın" diyorlar bana "nasılsın?" demeden. Hiçbir şey bilmeden bana bir şeyleri yapmamın zorunluluğunu gösteriyorlar. Komik... İçten bir "nasılsın"ın yerine zorunluluklar koymaları çok komik. Elbet duydum o soruyu, hatta duyuyorum bazen. Zamanında "nasılsın?" diyenler gitti, kalanlar da gitmeye hazırlanıyor. Nefes alamamak, yalnız kalmak, gelecekten korkmak uykularımı kaçırıyor. Bir de rüyalarım var. Çok sevdiğim rüyalar alemi de artık bana ters davranıyor "uyan" diyor sanki, "uyan, yeter artık. Boğuluyorsun bak!" diyor. Göğüs kafesimde korkularım, pişmanlıklarım, üzüntülerim; damarlarımda eksikliğin zehri var. Kaçış yok... Zehre rağmen nefes almadan ölmek istemiyorum.

28 Aralık 2012 Cuma

Midem bulanıyor. Çocukken söylediğim gibi yalan söylemiyorum şuan, korkularımdan midem bulanıyor. Bir insana uzun zaman sonra güvenebilmek beni korkutuyor ve bu yüzden midem bulanıyor işte. Bunlara kaybetme korkusu da eklenince çocukken yaptığım gibi kaçmak istiyorum korkularımın olmadığı bir yere. Ama yapamıyorum. Bir şeyleri berbat etmemek adına çakılıyorum olduğum yere, pişmanlık duymak istemiyorum. Kalbimi bu kadar iyi görebiliyorken onu yine kutulara kitlemek istemiyorum. Ama dedim ya, bir yandan da korkuyorum. Kalbim şimdi hapsolduğu kutulardan çıkmışken ya kırılırsa diye çok korkuyorum. Terk edilme düşüncesi bile yakıyor beni. İnsanlar o kadar kötü ki... Hiçbir şey düşünmeden çekip gidebiliyorlar bazen, birbirleri ardına sıralayabiliyorlar yalanları. Korkuyorum bir yerlerden bir yalan çıkacak diye, kalbim kırılacak diye, bu da acı ile bitecek diye, yanılacağım diye... Midem bulanıyor.

24 Aralık 2012 Pazartesi

"Affet beni kızım, affet."

9 yaşındaydı Berna. 10 yaşına adım adım ilerliyordu eksik parçalarıyla. Mutsuzluk ve acıyla 6 yaşında tanışmıştı, yani annesi ile babası ayrıldığında... Bir savaş meydanından en büyük hasarla çıkmıştı Berna, her gece ettiği dualar kabul olmamış, küçücük elleriyle sarıldığı hayaller ellerini kanatarak onu bırakmış ve yaralı ellerine "hayal kırıklığı"nı tutuşturmuştu. Aile kavramını hiçbir zaman tam anlamıyla yaşamamış olan küçük kızın yanında artık hayalleri değil de hayal kırıklıkları vardı. İlk kez yaşamıyordu da hayal kırıklığını. Babasının onu sevdiğini sadece 1 sefer hissetmişti ve o zaman tanışmıştı hayal kırıklığıyla. Bir gece uyumamış, bebeğine sarılmışken odasına birisinin girdiğini fark etmiş ve hemen indirmişti göz kapaklarını. Ayakları her zamanki gibi yorganın dışındaydı ve biri öptü o ayakları, nefesini tuttu Berna uyanık olduğu anlaşılmasın diye, ayağına batan sakallardan anladı babası olduğunu. O gece mutluluktan ağlayarak uyudu, "babam beni seviyor" diye. Sonraları her gece bekledi onu odasına gelsin diye ama bir daha eve bile gelmedi babası, işte o zaman küçük kız ilk hayal kırıklığına dedi "merhaba"yı. O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Her çalan telefona babamdır belki diyerek koştu ama hiçbir zaman onu bırakıp giden adamın sesini duymadı. Annesine soruyordu babam beni neden aramıyor diye, ağlıyordu. İstediği oyuncak alınmadı diye ağlaması gereken yaşta yoksunluktan, babasızlıktan ağlıyordu. Öldü mü diye soruyordu bazen de, "öldü mü? ne olur söyleyin. babam beni neden aramıyor? neden görmeye gelmiyor?" diye haykırıyordu. Annesi de "yok kızım, babanın işleri var ondan gelemiyor. Aradığında da sen evde olmuyorsun, seni çok özlemiş" diyerek geçiştiriyordu. İnanmıyordu Berna, ama inan-mış gibi yapıyordu. Bir gece odasına giderken annesinin odasından sesler geldiğini duydu Berna, adımları duyulmasın diye parmakuçlarında yürüdü ve dayadı kulağını kapıya. Bağırıyordu annesi, "o senin de kızın, seni özlüyor. Bizim için her şey bittiyse de ona babalık yapmak zorundasın" diyordu. Dondu küçük kız, "istemiyor" dedi yavaşça ve gitti odasına. Yastığının altına sakladığı, her gece dua ederken baktığı aile fotoğrafını çıkardı, ağlayarak yırtmaya başladı. Uykusunda bile "istemiyor" diye sayıkladı. Suskunlaştı Berna, babasını sormamaya başladı, gülmemeye başladı, doğru düzgün yememeye başladı, derslerindeki başarısı düşmeye başladı, kısaca tükenmeye başladı Berna. Tükendi, hem de çok. 3 yılda 10 yaş daha büyüdü sanki ama o kadar eksikti ki... Kar yağmıştı Berna'nın 10.yaş gününde Ankara'ya, her yer bembeyazdı. Ama ne çok sevdiği kar umurundaydı Berna'nın ne doğum günü. Aklı hala 3 yıl öncesinde, o gecedeydi. Hiçbir şeyi unutmamıştı. Doğum günü hafta içine denk geldiği için o gün okuldaydı, arkadaşları sürpriz yapmışlardı ona ama o sevinememişti bile. Son zil de çaldı, dağıldı okul. Okuldan en son Berna çıktı, kapıda da onu gördü. Babasını. Elinde bir paket bekliyordu, Berna'yı görünce sanki hiç onu bırakmamış gibi gülümsedi. Ama öfkeliydi küçük kız, gözlerinden birkaç damla yaş aktı ve ne yapacağını bilemedi. Önce onu bekleyen babasına baktı, sonra da etrafına ve kaçmak için yola atladı Berna. Gelen arabayı fark etmeden atladı yola... Babası hiçbir şey yapamadı bağırmaktan başka. Kanlar içinde yatıyordu 3 yıl önce bırakıp gittiği kızı. Başka bir kadın ve başka bir çocuk için bıraktığı kızı çok sevdiği karların içinde yatıyordu. Kalabalık toplandı hemen, bir süre hareket edememişti ama sonradan koşarak gitti yanına babası. "Yazık çok da küçük, ilk yardım yapmaya çalışan adam öldüğünü söyledi çok yazık" gibi konuşmaları duymadı adam. Sarıldı kızının cansız bedenine ve aktı gözlerinden yaş. Terk ettiği kızı ölmüştü onun yüzünden ve sadece tek bir cümle döküldü adamın dudaklarından "affet beni kızım, affet."

7 Aralık 2012 Cuma

...

Tüm kusurlarınla sevdim seni. Tepemizdeki o sırça fanusa rağmen,* o ekşimiş havaya rağmen,** ölümle değil de benimle kucaklaşmayı tercih etmeni sevdim. Daha önce başka kadınlar sevdiğini, başka kadınlar öptüğünü bilerek sevdim seni. Tüm susuşlarını, alaycı ve sahte kahkahalarını sevdim. Tüm yara izlerinle sevdim, korkmadım onlara dokunmaktan. Ellerimin ellerinle birleşmesinden korkmadım. İlk kez cesurdum ben, hala da cesurum. Beni, sen "ben" yaptın. Sana minnettarım. Sana tüm bunları bu şekilde söylemek çok acı. Yağmur başladı şimdi, sağanak... Sen seversin yağmuru, ona teslim olmayı seversin. Ben de sana teslim olmayı sevdim, şimdi de senin sevdiğin gibi yağmura teslim oluyorum işte. Saçlarıma, yüzüme, dudaklarıma çarpıyor damlalar. Sanki sen dokunuyormuşcasına seviniyorum. Senin yaptığın şeyleri yaparak seni hissediyorum. Ben her anımı son görüşmemizmiş gibi yaşadım seninle. Hiç diyemedim ama hiçbir şeyden pişman değilim, merak etme. Her gün ölümden sıyrılıp sarılırdın bana, hiç ummazdım bir gün bana sarılacağın anda ölüme sarılacağını. Şimdi sen toprağın altındasın, ben ise üstünde, hala sırça fanusun içerisindeyim. Bir gün geleceğim yanına ve kucaklayacağım seni. Ölümle birlikte kucaklayacağım seni.

...

-kadın'dan son sözler
Dünya değişiyor. Her gün biraz daha fazla. Farkına varmasak da biz de değişiyoruz. Ne bakışlarımız aynı, ne duygularımız. Gülüşlerimizden hiç bahsetmeyeceğim, onların doğallığını çoktan verdik toprağa. Hayal kırıklıklarımızın yanında gömülü. Aslında çoğumuz berbatız ama bir maskenin arkasındayız. Saklanmak öyle kolay ki o maskenin ardında... Ama yaşamak çok zor. Maske ağır. Çoğu insan istiyor ölmeyi, istemeye de devam edecek. Her gece devam edecek düşlerinde uyku haplarını içmeye, düşlerinde kucaklaşacak ölümle. Bir dostla kucaklaşırcasına kucaklaşacak hem de. Düşlerinden uyandığında yapamayacak ama, boş gözlerle yeniden bakacak dünyaya ve dünyayla birlikte değişmeye. Yine takacak maskesini, yitirecek benliğini.  Gülüşleri gibi duygularını da kaybedecek, bakışlarını da. Bir gün öyle bir raddeye gelecek ki kaybedecek "son" insanlığını da.

5 Aralık 2012 Çarşamba

Çılgın Kızın Aşk Şarkısı

Yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya;
Yeniden doğuyor açınca gözlerimi.
(Kafamın içinde yarattım seni galiba.)

Yıldızlar dans ediyor mavilerle, kırmızılarla;
Dörtnala geliyor keyfince karanlık:
Yumuyorum gözlerimi yıkılıp ölüyor dünya.

Beni büyüyle çektin yatağa, bunu düşledim,
Şarkılar söyledin çılgınca, delice öptün.
(Kafamın içinde yarattım seni galiba.)

Tanrı düşüyor gökten, sönüyor cehennem ateşleri;
Çekip gidiyor melekler de, şeytanın adamları da:
Yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya.

Söylediğin gibi dönersin demiştim,
Ama yaşlanıyorum artık, unuttum adını.
(Kafamın içinde yarattım seni galiba.)

Bir fırtına kuşunu sevmeliydim senin yerine;
Bahar gelince gökyüzünü basarlar hiç değilse.
Yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya.
(Kafamın içinde yarattım seni galiba.)
Sylvia Plath
Smith College ‘54