25 Kasım 2013 Pazartesi

Ah be Müjgan...

Yanımda olsan da sarılsam sana. Uzun zamandır ağlayamıyorum, belki omuzunda ağlarım. Babamı öldürdüğümden beri ağlayamıyorum. Korkma sakın, mecazlarda ve kalbimde öldürdüm sadece. Elim nefrete ve öfkelere bulandı. Dertlere bulandı... Üstüm başım sigara, dert, acı, yalnızlık şimdi. Kalbim temiz benim be Müjgan, ama hep kırdılar onu. Oyuncak gibi kırdılar. Ateşle oynar gibi oynayıp söndürdüler beni, tükendim. Önce gözlerim tükendi, sonra kalbim. Hiçbir şey hissetmiyorum. Hissetmek istiyorum Müjgan, mümkün mü bu dersin? Belki kalp atışlarımı hissederim ilk, olursa senin sayende. Hayalsin Müjgan, hiç olmayan ablamsın belki. Yada küçük kardeşim. Belki de doğmamış kızımsın. Bırak da huzuru hissedeyim şurada. Eskisi gibi süslü cümleler kuramıyorum, yalandan gülüyorum. Sana bakıp kana kana gülmek istiyorum. Parmak uçlarımın bir anlamı olsun istiyorum. Beraberken bir şarkı duyalım seninle, bizim "mahur beste"miz olsun. Ben de o gün derim belki "O mahur beste çalar, Müjganla ben ağlaşırız" diye.

Ah be Müjgan...

Adın gibi düşünüyorum kirpiklerini. Adına yakışan kirpikler veriyorum sana hayalimde. Vurucu bakışlar veriyorum. Ama ne olur vurma sen beni. Senin canını yakabilecek insanları vur o bakışlarla. Öldür demiyorum, sen benim gibi katil değilsin. Olamazsın hiç. Sen katil olma, yüreğinde de olsa öldürme hiçbir adam veya kadını. Sen yaşatmaya çalış insanları çiçeklere su verir gibi. İnsanları yaşatmayı da boş ver yada bırak onlar yaşatsın seni. Yaşamayı en çok sen hak ediyorsun. "Bir hayale anlam yüklemek" değil bu. Hayalden de öte olduğunu iddia ediyor beynim. Beynim dedim evet. Kalbim suskun çünkü. Ne yapıyor bilemiyorum içindeki cesetle. Kalakalmış sanki öyle, boynu bükük. Müebbet yemiş de cezasını çeker gibi suskun, kimsesiz, çaresiz...

Ah be Müjgan...

Seni yaşatacak gibi gözüken insanlara sakın fazla güvenme. Öyle yapacak insan derinden yapar bunu, sessizden yapar. Çok konuşuyorsa biri kork ondan. Kalbiyle konuşan insanlardan zarar gelmez sana. Dillere pelesenk olan cümleleri duyduğun an beni düşün. Söylediklerimi düşün. Ben yandım, sen yanma. Ben yaktım, sen yakma. Umutla bakılmayan şu koduğumun dünyasına her şeye rağmen umutla bak ve kimseyle kendini paylaşma. Ah be Müjgan... Ah be... Sen diğerleri gibi olma, kimseye benzeme. O kirpiklerini yaş ile besleme.

Ah be Müjgan... Ah be...

28 Temmuz 2013 Pazar

Ben bu gece fark ettim bendeki seni.

Aklımın erdiği günden beri, soğukluğunu hissettiğim ilk günden beri senin sevginin peşindeymişim. İlk kez perdeler yok gözlerimin önünde, olmadığına inandırdığım at gözlükleri hep gözümdeymiş de ben fark etmemişim şimdi kalkan perdelerle birlikte. Benim en sevdiğim şeyler senin içinmiş. Benim her kelimem her sözüm senin içinmiş.

Ben bu gece fark ettim bendeki seni.

Soranlara "benim için o yok" demiştim seneler evvel, ne büyük yalan söylemişim... Ne budalaymışım... Aklımın erdiği günden beri ben seni yansıtan bir aynaymışım. Umursamazlığım, korkaklığım, yeri geldiğinde saçma cesaretim, çabuk sinirlenmem hepsi sendenmiş. Saçlarım gibi...

Ben bu gece fark ettim bendeki seni.

Ben senden kaçtım sanmışım ama yanılmışım. Her nefesi birlikte vermişiz geceye. Şimdi uzaksın, çok uzaksın ama benim nefesimle karışıyor nefesin yine bu geceye. Sana yazmışım her yazımı, sana söylemişim her sözümü. Kendimi senden ayrı bilmiştim, "farklıyım" demiştim. Ben senmişim haberim yokmuş.

Ben bu gece fark ettim bendeki seni.

22 Nisan 2013 Pazartesi

Sessizlik...

Ait geceye...

Sabah yakın. Güneş doğmaya başlayacak doğudan ve gece olmasına rağmen kapalı olmayan perdelerden ışık girecek içeriye. İki kişi var koltukta. Konuşmuyorlar. Dudakları mühürlü, dudakları yalanlara gebe. Tek gerçek gözlerinden akan ve birbirlerinden sakladıkları göz yaşları. Korkuyor kadın, dizlerini karnına çekmiş, titriyor... Adam bacağını sallıyor sürekli, korkuyor. Gece bitmesin diye yalvarıyor içinden.

Sessizlik...

Ait dünyada kalmış yalnızca o iki kişiye...

Diğer insanlar ölmüş sanki. İçlerindeki bazı şeyler gibi. Umutlar gibi. Daha önce yeryüzünde yaşanmış hiçbir dert onlarınki derdinden önemli olmamış gibi. Korkuyorlar, olanların hiçbir şekilde değişemeyeceğini biliyorlar. Biri bozmalı sessizliği, biri isyan etmeli, biri hıçkırarak ağlamalı sessizce değil! Nefesler sıcakken, onların benliği tamamen o odadan uzaklaşmadan konuşmalı biri.

Sessizlik...

Ait çaresizliğe...

İlk isyan eden o oldu, "adam". "Öldürürüm" dedi ve durakladı. "Senin yaşaman için gerekirse önüme çıkan herkesi öldürürüm. Senden başka gözümdeki herkes zaten ölü. Bir kurşun da ben sıkarım, hepsi bu. Yaşayacaksın. Gitme evimizden." Dudaklarında gebe olan yalan çıkmıştı ortaya "yaşayacaksın". Yaşamayacaktı kadın. Ölüm yakındı, sıcaktı, elleri kadının saçlarındaydı. Sevgiyle gülümsedi kadın, yalan söyleme sırası ondaydı. "Böylesi daha iyi ikimiz için de. Sonuç ne olursa olsun buna tanık olmanı istemiyorum. İyileşirsem geleceğim yanına, lütfen ağlama."

Sessizlik...

Bozuldu şimdi yalanlarla...

İkisi de biliyordu kadının gelemeyeceğini, ikisi de biliyordu umut olmadığını, ikisi de söylüyordu inanmak istediğini. Ölüm gülüyordu... Şarkısını mırıldanıyordu, onlar duyuyordu ama sesi bastırmaya çalışıyorlardı, olmuyordu... Güneş göstermeye başladı kendisini, kadın bacaklarını indirdi yere bastı. Uyuşuk parmakları isyan etti kadının yalan söyleyen dudaklarından daha çok. Ve dedi, "veda vakti." Gözlerini yerden ayıramadı  bir süre adam ve "gitme" hecelendi dudaklarından, göz yaşları ona eşlik ederken. "Beni öldürme. Bizi şimdi öldürme."

Sessizlik...

Bazı anların en güzel ve şuan işe yaramayan şarkısı...

Dinlemedi kadın, kalktı ve aldı o çok sevdiği beyaz montu, giydi. Edilecek en kötü vedayı etti, kapı önündeki valizi aldı ve kapattı kapıyı. Adam hiçbir şey yapamadı. Kapının kapanması ile hayali bir silah öldürdü onu. Dünyadaki tüm insanları öldürdüğü gibi. Kadın yürüdü ölüme, adam yürüdü ölüme...

Sessizlik...

Şimdi hakim bir ölünün "yaşam" sürdüğü eve...

-Gerçekten ölünceye dek.

15 Şubat 2013 Cuma

Ben seni hep ummadık anlarda hatırlarım sevgili, sen de beni hatırlayacaksın.
Belki evleneceksin şimdi beraber olduğun kızla düğününde Kibariye - Tepecikli çalacak ve beni anacaksın. 
Canın mantı çektiğinde mantı yapamayan kızı karın olarak aldığına pişman olacaksın.
Hazır alır geçiştirirsiniz belki, yada öğreniverir mantı açmayı.
Şunu unutma, BİM mantısı falan benim mantımın yerini tutmaz sevgili.
Oyuncak ayıma baktıkça seni hatırlarım ben, senin yüzün belirir onda.
Sen de barbie bebeklere baktıkça aramızdaki farkı hatırla.
Ve inanıyorum ki bir gece yatağına yattığında,
Düşeceğim aklına...
Olacaksın sen ahan da böyle;






Sen beni düşünürken ben de uyuyacağım işte şöyle;




Ve inanıyorum ki bir gün karşılacağız seninle BİM'de... Sen uzatacaksın elini hazır mantıya içli içli, ben ise milyöf hamuru alacağım, börek yapmak için sosisli. O an bir ışık belirecek gözlerinin önünde bana döneceksin ve diyeceksin ki "Mantını çok özledim, pişmanım be" Ve ben de sana diyeceğim ki;


7 Ocak 2013 Pazartesi

Dursam da olduğum yerde gidiyor-muşum gibi. Aslında deli gibi korksam da yanımdakilerin gideceğinden korkmuyor-muşum gibi. Çok şey hissetmeme rağmen hissetmiyor-muşum gibi. Tanıyamıyorum kendimi, bilemiyorum. Bazen de her şey tamam-mış gibi ama değil işte. Her şey -mış gibi. Her şey hala eksik. Yeni bir şeyler ekliyorum, bu sefer belki dolar diyorum ama dolmuyor. Küçük bir parça da olsa hep bir açıklık var ve o açıklık müsait acıları almaya, acıları yaşatmaya. Söylenmemiş şeyler var yaşananları anlatmaya. Biri var, birileri var ve uğraşıyorlar canımı yakmaya. Başarıyorlar. Geliyorlar, sevdiriyorlar, bir şeyleri unutturuyorlar, alıştırıyorlar ve gidiyorlar. Değiştiriyorlar. Hiçbir şey kesin değil, hiçbir şey kalıcı değil. Herkesin ve her şeyin tek bir ortak noktası var. Eninde sonunda beni yıkıyorlar.