26 Eylül 2012 Çarşamba

Peşimde.

Karabasanlar gibi üzerime çöküyor varlığı. Yıllardır peşimde. Kanımı son damlasına kadar emmek isteyen bir vampir misali hayatta kalan son hücrelerimi de öldürmek istiyor. Yıllardır aldıkları yetmiyor gibi rüyalarımda bile beni kovalıyor. Kaçıyorum. Ama nafile. Son nefesimi verdiğimi görmeden beni bırakmamaya ant içmiş gibi.

Yoruldum.

Ben kaçmaktan yoruldum ama o peşimden gelmekten yorulmadı. Gölgemden daha yakın, peşimde. Attığım her adımda peşimde, ölüm gibi nefesi ensemde. Terk etmeli her yeri, her şeyi, herkesi. Durmamalı bu yerde, son nefesimi vermemeliyim onun ellerinde. Tükendim. Sayamadığım kadar çok yıl devirdim, o hala peşimde. Bana bahşedilen hayatın cezası belki de. Hiç durmadan, yorulmadan geliyor. Her şeyini kaybetmiş bir adamın olaylara sebep olan kişiyi öldürmek istemesi gibi beni öldürmek istiyor, kovalıyor. Terk etmeli, terk etmeli de  kaçacak yerim de yok neredeyse. Sona doğru yaklaşıyorum hissediyorum. Ölmektense onun ellerinde, gömerim bedenimi toprağa kendi ellerimle! Ona bahşetmem zaferi, yansımasına izin vermem göz bebeklerine.

Peşimde.

Son nefesimi vermeyeceğim onun ellerinde... Vermeyeceğim onun ellerinde...

25 Eylül 2012 Salı

Ben nasıl böyle oldum?

Aklımdaki tek soru bu uzun zamandır. Eskisi gibi gülen, güldüren, herkese bir şeylerin sonunda güzel olacağını anlatan insan değilim artık. Belki insan bile değilim, insanlıktan çıktım belki beni öldüren düşüncelerimle. Kafamdaki makine durmuyor, çalıştıkça ben ölüyorum. Öldükçe her şey saf oluyor hiç olmadığı kadar. Gülmek, sevinmek gibi eylemler içtenliğini yitiriyor. Gülmek artık alışkanlık oluyor, insanlardan korunmak için maske oluyor. Sadece 4 duvar arasında kendim olabildiğim için çıkmıyorum evimden. Kimsenin yüzünü görmek istemiyorum, biliyorum çünkü bana "nasılsın" diye sorduklarında aslında beni merak etmediklerini. Ne kadar kötü değil mi böyle düşünmek... Herkesten kendini soyutlamak, kaçmak. Sahi, ben nasıl böyle oldum? Yaşadıklarım mı beni böyle yaptı? Bilmiyorum. Sadece acıları ve gerçekleri seçebilen gözlerim gittikçe kör oluyor sanki. "O" geliyor ve bağlıyor gözlerimi. Gelişi makinenin daha hızlı çalışmasını sağlıyor, o beni bitiriyor ve ben ona maruz kalıyorum. Nereye kaçabilirim? Cevapları nerede bulabilirim? Makineyi nasıl yok edebilirim? Duygularımı geri kazanabilir miyim? Kalabalığın içerisinde "ben buradayım!" demeden başımı eğip durabilir miyim? Ben insan olabilir miyim? Bilmiyorum. Bu yazamayan ve sürekli düşünen hallerimden korkuyorum. Burası karanlık ve ben ona maruz kalıyorum.

13 Eylül 2012 Perşembe

Mektuplar 2

Son zamanlarda neden uzaksın bana sevgili? Anlatmadığın, konuşamadığın şeyler var hissediyorum. Kus lütfen içini, mürekkep ile dökülsün zehrin. Senin kötü olman demek, benim kötü olmam demek. Öğrenemedin mi? Yanında olduğumu düşün kendini çıkmazlarda hissettiğinde sevgili. Dizlerime yattığını ve benim senin saçlarınla oynadığımı düşün. Biz'i hatırla sevgili, her zaman sana elimi uzattığımı hatırla. Güldüğün ve ağladığın zaman yüzünde oluşan çizgiler kadar yakınım sana. İlla yalnızlıksa tercihin ben hep buradayım unutma. İstediğin sürece hem hayallerindeyim, hem yanında.

Seninle bir akşam vakti izleyelim gökyüzünü, aydınlık sana göre değil bilirim. Hem konuşmamıza da gerek yok, susarak da anlatmıyor muyuz zaten her şeyi, içimizdeki derinliği? Yaz bana sevgili, ne olur yaz. Bir haber et yeter, aklım sende, kalbim sende... Yaz bana sevgili, yaz. Bileyim senin de bizden vazgeçmediğini ve vazgeçmeyeceğini. Kendine iyi bak ve en kısa sürede yaz bana, beni unutma. Uzanan elimi tut, beni unutma. Seni seviyorum, beni unutma. Kendine iyi bak, zor olsa da kendine iyi bak.

6 Eylül 2012 Perşembe

Akıl Hastahanesindeki Bir Adamın Güncesi 4

Durun! Cenaze var!

Bugün ben öldüm. Zihnim bomboş ve hiçbir şey hissetmiyorum. Konuşamıyorum, yazamıyorum. Bu ölmek değil de ne? Kanatlarını oynatmadan uçan bir kuş gibiyim, öylece duruyorum. O kuş nasıl uçuyorsa ben de sadece nefes alıyorum. Bu değil yaşamak, bu olmamalı. Ne korkularım, ne acılarım, ne kederlerim, ne sevinçlerim var. Yalandan bile gülemiyorum! Buraya geldiğimde hiç değilse iyi rol yapıyordum hayata karşı, kendime karşı şimdi elimden senaryoyu aldılar, ben hiçbir şey yapamıyorum! Öldürdüler beni... Cinayet kurbanıyım artık. Katillerim ise doktorlar ve ilaçlar. Yavaş yavaş zehirlediler beni, zehirliyorlar. Üzerimde deneyler yapıyorlar görmüyor musunuz?! Neden biri çıkıp "dur" demiyor, zevk mi alıyorsunuz öldürülüşümü izlemekten?

Durun! Cenaze var!

Bugün ben öldürüldüm. Yalnızca nefes alma hakkı verdiler bana, ellerim bağlı. Öldürüldüm, tüm düşüncelerim, acılarım, sevinçlerim, kederlerim, korkularım zehirli kanım gibi aktı...

2 Eylül 2012 Pazar

Hiçbir şey istediğim gibi olmuyor son zamanlarda. Önceleri de olduğu söylenemez. Yine yalnızım, yine kahvemle birlikteyim ve yine eşlik ediyor şarkılar. Ne zaman fazlası olsa, ne zaman tam güzel bir şey olacak gibi olsa mutlaka bi' yerden bir pürüz çıkıyor. Bir telefon geliyor mesela, duyduğum ses beni o an öldürüyor. Bazen de şımarıklık yapıyorum mesela, istediğim ilgiyi göremediğimden saçmalıyorum. Sanki karşımdaki bana ilgi göstermek zorundaymış gibi davranıyorum... Korkularım var çünkü, peşimi bırakmıyorlar. Her korkumun da bir adı var. Sıfatı değil... Ve bu durumda beni daha çok korkutuyorlar. Korkularımı biraz bastırabilsem bile bu sefer de  düşünceler bırakmıyor peşimi, hep boğazımda düğüm oluyorlar, beynimi kemiriyorlar... Sadece bir ses duymuyorum ben, milyonlarca ses var beynimin içerisinde. Ağlayan kadınlar, gülen çocuklar, çaresiz adamlar, unutulmuş yaşlılar hepsi beynimde ve susmuyorlar. İlaçlar içiyorum sussunlar diye, bazen işe yarıyor ama bu sefer yalnız kendimi duyuyorum ve korkuyorum. Yeni isimler çıkıyor ortaya, yeni düğümler oluşuyor boğazımda. Her insan gibi bazı şeyleri kendime itiraf etmekten korkuyorum. Anı yaşayamıyorum, mükemmel bir gün geçirsem ertesi gün "o günün acısı ne zaman çıkar ki?" diye düşünüp hesaplar yapıyorum. Uzun lafın kısası; ben toparlanamıyorum.

1 Eylül 2012 Cumartesi



Beklemek... Keşke üzerine tonlarca şey yazılmış ve yazılmakta olan bir fiil olsaydı sadece. Ama değil, hiçbir zaman da olmadı. Bir çocuğun, istediği oyuncağın alınmasını beklediği gibi bekliyoruz bazı şeyleri. Beklemek umut demek, beklemek hayata dayanmak için neden demek, beklemek bazen acı demek, bazen korku demek. Beklemek sadece bir fiil değil... Keşke olsaydı. Sevdiğimizi bekliyoruz, mutlu olmayı bekliyoruz, hayatın bize bir sürpriz yapmasını bekliyoruz, " her şey güzel oldu işte " demeyi bekliyoruz bir de en çok ölümü bekliyoruz ama kimseye diyemiyoruz bazen öyle alışıyoruz ki onu beklemeye, unutuyoruz. Çoğu zaman beklerken yitip gidiyoruz ama fark etmiyoruz. Her bekleyiş eksiltiyor bizi, dışarıdan bakınca dünyanın en umut verici şeyi olan beklemek içten içe bizi yiyor. Bunlara rağmen bekliyoruz. Birileri yada bir şeyler için tükenmeyi göze alarak, olmayacak dualara amin diyerek, hayaller kurarak, "biliyorum"lu cümleler kurarak bekliyoruz.  Her neyse işte. Bekliyoruz...  Bekliyorum...

"Ben seni beklerim. Bir saat de beklerim, bir ömür boyu da beklerim."