30 Haziran 2012 Cumartesi


* Şerefe sevgilim...

Bak bu yokluğunda bitirdiğim kaçıncı kadeh, kaçıncı şişe... Yalnızlığımı bastırmak adına şişeyle tokuşturuyorum kadehimi. Bu kadeh bitince de gelmeyeceksin değil mi? Neyse, mutluluğuna kaldırıyorum o zaman bu sefer de kadehimi, sağlığına sevgilim... Sen yoksun belki şuan ama sanki varlığın karşımdaki şişenin içerisinde. Seni bulmak için dolduruyorum kadehimi, bulamadıkça bir kadeh daha, sonra başka bir kadeh... Şişe bitince bana benziyor sanki. Hiçbir özelliği kalmamış, bitmiş, boş... Ben en başından beri böyle miydim senin için sevgilim? Neydim ben, neyim? Dibinde 1-2 damla içki kalmış çöpün yanında atılmayı beklenen içki şişen mi, yoksa yolunun üzerindeki bir durak mı? Bunun için mi gittin sevgilim? Bak, hala buradayım, hala seni arıyorum şişelerde. Şerefe sevgilim! 

24 Haziran 2012 Pazar



Biraz yanımda kalabilir misin? Sakinleşmem, düşüncelerimi beynimden uzaklaştırmam ve sana senin yokluğunu anlatmam lazım. Sen yanımda olmayınca her şey daha da berbat ve katlanılmaz oluyor. Yüzümü güldürdüğün, yüzünü güldürdüğüm anlara geri dönebilir miyiz dersin? Bak, ben hala aynı hissediyorum seni gördüğümde. Hala ellerimizin birleşeceği anı hayal ediyorum... İlk konuşmamızdan beri aklımda hep bu var, sana daha önce bunu söylememiştim değil mi? Neyse işte. İlk konuştuğumuz zaman sanki daha önce başkalarına yüklediğim ayrı ayrı anlamlar sende birleşmişti... Bir yapboz tamamlanmıştı sanki, dünyanın en güzel yapbozu. Yüzümdeki eşsiz gülümsemeye, birkaç güzel cümlenle yanaklarımın kızarmasına sebep olmuştun. Sanki çok uzun zaman geçmiş üzerinden, şimdi yaşananlar öncekileri bastırmış... Geçmişten çok hayallerden konuşurduk biz, hayallerimizi konuşurduk. O konuştuğumuz an ve hayallerimiz olurdu sadece bizim için "Geçmişte kalmak yok" derdik. Geçen dakikaların farkında değildik... Her geçen dakikanın seni benden uzaklaştıracağını aklıma getirmezdim, seni kaybetmekten çok korkuyordum evet ama senin sözlerin korkularımı bastırıyordu. Yanında cesurdum ben, her şeyle başa çıkabilirmişim gibi hissederdim ama bak şimdi yokluğunla başa çıkamıyorum. Sürekli birbirimizi düşündüğümüz, aynı şeyleri hissettiğimiz, konuşmadan birbirimize aynı şeyleri hissettirdiğimiz zamanları hatırlıyor musun? Ben hala seni düşünüyorum ama hissettiklerimiz ve hissettirdiğimiz şeyler aynı değil. Yapboz bozuldu bak, her parça başka bir yerde bazı parçalarsa kayıp... Kayıpları telafi edemesek de diğer parçaları bir araya getiremez miyiz? Kayıp parçaları hayallerimizde tamamlarız, yine dünyanın en güzel yapbozu olur. Kayıp parçalarınla bile dünyanın en güzel yapbozu olursun benim için. Olmaz mı? "Sen benim ihtiyaç duyduğum her şeysin. Canım yanıyor. Biraz şefkat göster."

22 Haziran 2012 Cuma

19 oldum da ne oldu?

Güzel yanları var doğum günlerinin, en az kötü yanları olduğu kadar. Birinin içten bir şekilde "iyi ki doğdun" demesi her zaman en güzel hediye oldu benim için en zor anlarımda gözlerimin içini güldürdü. Böyle günlerde inatla gülümseyebilmek önemli onca gidenlere ve eksiklere rağmen... Her yeni yaşım benden çok şey götürüyor. Masumluğumu, içtenliğimi, gülüşümün güzel olduğu anları, sevdiğim insanları... Güzel şeyler hep geride kalıyor. Şimdi beni bekleyen daha fazla sorumluluk, daha fazla zorluk, daha fazla cevap aramamı gerektirecek sorular ve içimde daha da büyüyecek bir boşluk var. "Oysa çocukken öyle miydi?" diye soruyorum kendime her doğum günümde. Sorumluluklarım yoktu, tek derdim dönemin o büyük bebeklerinden bende olmamasıydı. Saftım, masumdum... Kötü yanları da vardı ama en azından beraberdik, dışarıdan bakılınca çok hoş bir aileydik. Sadece dışarıdan bakınca ama... Annem hep bir pasta alırdı bana süsleyip dolaba koyardık birlikte. Babamı beklerdik. O gelmeden kesmek istemezdim pastamı. Bazen çok geç gelirdi o gelene kadar pasta kesilmiş, içimden küçük bir parça eksilmiş ve uykuya dalmış olurdum. Hatırlayabildiğim çok az şey var bi' çocukluktan beri aramızda örülen duvarı çok iyi hatırlayabiliyorum, bi' de dışarıdayken herkesin yanında "kızım benim canım ya" deyip evde hiç öyle sözler kurmadığını... Bana hiç içten sarılıp "iyi ki doğdun kızım" dediğini hatırlamıyorum mesela. Elinde bir bebekle geldiğini hatırlamıyorum, başucuma bir çiçek bıraktığını hatırlamıyorum. Ben çok şey istememiştim ki... Her mumu üflediğimle ailemle birlikte sağlıklı, mutlu nice doğum günleri geçirmek istemiştim ama olmadı. 19 oldum da ne oldu? Geride 365 boş gün kaldı sadece... Şimdi yaşamam gereken bi' 365 gün daha var, belki daha az belki de daha fazla... Yaşıyorum işte, eksiklerimle, acılarımla, olmayan fazlalarımla...

İyi ki doğdum mu ki? Neden doğdum ki? Bugün her gecekinden daha çok hesaplaşma vakti...

Büyümek fikri yoktu aklımda bundan 10 yıl önce
Nereden bilebilirdim hayat zormuş 10 yıl sonra
Sürekli koşar gülerdim ben bundan 10 yıl önce
Ne olacağı bilinmez akar zaman 10 yıl sonra...

19 Haziran 2012 Salı

Kendime söz vermemiş olsaydım eğer şuan ilk sigaraya sarılırdım. Şarkılarıma o kadar güzel eşlik ederdi ki dumanıyla... Sanki yoldaş gibiydi. Ama o da geçiciydi işte. Her şey gibi. Hayat gibi. İnsan bir konuyu nerelerden nerelere taşıyabiliyor değil mi? Bugün benim için anlamsız bir gün. Diğer günlerden çok daha anlamsız hatta. Elimde olsa bugünü atardım takvimden, böyle bir gün olmasına hiç izin vermezdim. Keşke yapabilseydim... Her geçen saniyede siz hiç sol yanınızdan bir şey kaybettiğinizi hissettiniz mi? Umarım hissetmezsiniz, çünkü berbat bir şey bu. Sığınacak hiçbir şeyim yok artık benim. Bunun için sarılıyorum yazmaya ve acılarıma.

17.06.2012

(Bazı yazılar ilk yazıldığı an yayınlanamaz.)
Korkuyorum. Yara almaktan... Gerçekten değil de mecazen düşmekten... Keşke hep gerçekten düşsek. Hani şu "düşünce sadece dizimiz kanasa" olayı var ya, heh aynen öyle işte keşke dizim kanasa. Aldığım her nefesin acıtmasından çok daha tatlı bir acı o. Çok sevdiğim mevsimin hiçbir şey ifade etmeyecek günlerin gelmesinden korkuyorum. Yaklaşık 1.5 yıldır kendimi herkese kapattım. Zorunda olmadıkça ne evden çıkıyorum, ne birileriyle görüşüyorum. Kendimi dinliyorum sadece. Neler yapabileceğimi düşünüyorum. Babamın haklı çıkmasından korkuyorum. Hayatım boyunca unutamayacağım o sözü söylediğinden beri haklı çıkmasından çok korkuyorum. Birilerini sığınacağım bir liman olarak görmek istemiyorum. Çünkü ne zaman öyle bir hataya kapılsam o limanda hep bir şeyler oluyor, her şey başıma yıkılıyor. Enkazın altında yalnız kalmaktan korkuyorum. Normalde yalnız kalınca zor da olsa her şeyin üstesinden gelebiliyor insan ama bir enkazın altında yalnız kalmak, hele yaralı bir halde yalnız kalmak; ölüm gibi... Sürekli endişe, sürekli gözyaşı, sürekli bilinmezlik... "Biri gelecek mi, sesimi duyacak mı, beni buradan çıkarabilecek mi, eskisi gibi olabilir miyim, hayata devam edebilir miyim?" Bu sorularla hep o üçgenin içinde olmak ölüm gibi... Bir süre sonra "gibi" bölümünden vazgeçip artık bitse diye dua etmeye başlıyorsun. Ölümü arzuluyorsun. Elinden hiçbir şey gelmiyor öylece bekliyorsun. Ta ki duan kabul olana kadar... İşte ben bunları yaşamaktan çok korkuyorum.

17 Haziran 2012 Pazar

Bir şeyler anlatmak istiyor ama anlatamıyordu. Bir konuşmaya başlasa sözcükler akıp gidecekti dudaklarından, rahatlayacaktı. Belki gözleri de yardım edecekti rahatlamasına dudaklarından akıp gidecek sözlerle beraber yaşlarını akıtarak... Konuşmaktan korkuyordu aslında. Duygularını hep saklamaya çalışan biriydi o. Böyle anlarda kendini evine kapatır en sevdiği şarkısını açar ve sigarasını yakıp; olanları, olmuşları ve olmayacakları düşünürdü. Bir süre sonra öyle bir dalardı ki bu düşüncelere o çok sevdiği şarkıyı bile duyamaz olurdu. Sigarasından çektiği her an daha da boğulurdu düşüncelerinde. Her gün birbirinden farklı maskelerle karışırdı insanların içine, sadece kendini eve kapattığı anlarda "kendi" olurdu. Maskenin ağırlığından kurtulur bu sefer de düşüncelerinin ağırlığı ile kucaklaşırdı. Düşüncelerle savaşmak dışarıda maskesi ile gezmekten daha çok zordu onun için. Geçmişten ve gerçekleşecek olanlardan çok olamayacaklara takılıyordu her defasında, canı yanıyordu. Gideni geri döndürememesi canını çok yakıyordu. Bazen bitişlerin ardından kazançları da olmuştu ama gidenin yeri hiç dolmamıştı. Nasıl dolabilirdi ki? Kim giden gibi olurdu ki? Hem çok sevdiği Tanrı istemişti o giden kişinin hayatı boyunca silinmeyecek, yeri doldurulamayacak biri olmasını. Hep ütopyalarına hapsetti giden sevdiklerini, en çok da onu tabi ki. Ütopyalarında hep mutluydu onlarla, orada "mutluluk geçici" sözü yoktu. Gözlerini kapattı ve onu düşledi. Sadece onu. Uyku numarası yaptığı anlarda gelip nasıl öptüğünü, formalarını nasıl aldığını düşündü. Yine üzerindeydi ondan aldığı forma kokusu yoktu üzerinde ama onu hissettiriyordu. İster istemez eli fotoğraf albümüne gitti. Defalarca yakmayı denemişti ama yapamamıştı. Yapsa daha da pişman olacaktı çünkü. Hem hatırladığı anılarında hiç öyle fotoğraflardaki gibi gülmemişti. O zamanlar ne kadar da mutlu görünüyormuş oysa ki... "Mutluluk geçici, anılarsa bazen en büyük acıların diğer ismi" diye söylendi tekrar. Mutluluk yoktu, huzur yoktu, kazanç yoktu... Maskeler, anlık kahkahalar vardı, yorgunluk vardı, tükenmişlik hissi, dibe batmışlık durumlar vardı... Saat daha çok erkendi ama umurunda değildi. Yavaşça kalktı ve yatağına ilerledi belki güzel rüyalar, mutlu olduğum anlar görürüm diye dua ederek uyumaya, rüyalarına sarılmaya gitti.

16 Haziran 2012 Cumartesi

Hep gidenlerin arkasından bakmak zorunda mıyız? Sorsan kimse acı çektirmeyi sevmiyor. Hayat ne kadar zor şartlar çıkarsa da karşımıza kimse kötü olmak istemiyor. Sorsan kimse bencil değil... Ne kadar garip değil mi? Söylenilen ile yapılanlar arasında uçurumlar olması. Sanki biri zorla yaptırıyor bütün her şeyi. Kimin yüzüne söylesek olanları "Ben böyle olsun istememiştim" diyor. Sanki o yapmamış gibi, sanki hiç düşünmemiş gibi, sanki biri kafasına silah dayamış gibi. Verilen sözler unutuluyor, hatıralar hafızanın en karanlık bölümüne atılıyor... Sonra bir bakmışsın senin yerini bir başkası almış, aynı sözler ona verilmiş, gün içinde o kişiyle konuştuğu şeyler yüzünde bir gülümsemeye sebebiyet vermiş, sen hiç olmamışsın gibi... O anlarda daha çok anlıyorsun işte "asla gitmeyecek" dediğin kişilerin sen doğru düzgün olanların farkına varamadan senden kaçıp gittiğini. İşte o zaman sözler vermeye başlıyorsun "bir daha kimseye güvenmeyeceğim, kimseyi sahiplenmeyeceğim" diye kendine. Ama tutamıyorsun sözleri içinde bir kara delik oluşmuş oluyor çünkü. Her yıkılışında, her acını reddettiğinde büyüyen bir kara delik. Acına sarılman gerekiyor, korkuyor musun? Korkma, sarıl hadi ona. Hisset. Hissedebildiğin her an için de sevin... Boş sözler vermeyi kes artık, acını hissettiğin için sevin.

15 Haziran 2012 Cuma

Pardon, bakar mısınız? Siz, evet. Acaba, sakıncası yoksa sizi sevebilir miyim? Uzun zamandır tatmıyorum bu duyguyu. Sevmek istiyorum sizi. Çıkarsız... Hem belki siz de beni seversiniz belli mi olur? Hayatın bu kadar boş ve saçma oluşuna farklı anlamlar yükleriz belki. Beraber güler, ağlarız. Hoş olmaz mı? İnsan mutluluğunda da mutsuzluğunda da bir omuz arıyor yanında. Mutluluk dediğime bakmayın öyle bir şey olduğuna pek inanmıyorum aslında. Ve size bir sır vereyim mi bayım? Hani huzur, huzur deyip duruyoruz ya işte o hissizliğin en üst seviyesi. Şş! Duymasın ama kimse. Kimse uyanmasın uykusundan... Kimse benim gibi gerçekleri fark edip de berbat bir hale gelmesin. Belki siz de benim kadar berbat haldesinizdir. Eğer öyleyse yaralarımızı beraber sarabilir miyiz? Evet bayım, sevmek istiyorum sizi. Müsadeniz var mı buna? Daha önce kimseyle paylaşmadığım şarkılarımı sizinle dinlemek istiyorum. Sizinle hissizliğin en üst seviyesini yaşamak istiyorum. Eğer kabul ederseniz sizi terk etmem bayım. Bu konuda endişeniz olmasın. "Beni ne kadar tanıyorsunuz?" diyebilirsiniz, sizi anlarım. Şuan karşımda olduğunuz kadar tanıyorum sizi... Az tanıyorum... Hakan Günday'ı bilir misiniz? Aynı isimde bir romanı var. Orada diyor ki;

"... Seni az tanıyorum... Az... Sen de fark ettin mi? Az, dediğin küçücük bir kelime. Sadece "A" ve "Z". Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi..."


Çok güzel değil mi? Okurken kaybolmuştum bu cümlelerde. Belki şimdi de aramızdaki her şeyi aşıp kavuşmuşuzdur birbirimize... Ne dersiniz bayım? Müsaitseniz sizi sevebilir miyim? Canınızı yakmamak için elimden geleni yapacağım, yaralarınızı saracağım. Yüzümde maskeleri sizin yanınızdayken çıkaracağım. Siz de yapar mısınız aynısını? Yaparsanız beni çok memnun edersiniz. Beni memnun etmek zor değildir bayım. "Hoşça kal" demeyin yeter. Eğer sıkılıp da giderseniz bana "hoşça kal" demeyin. Her şeyin bitişini ifade eder o kelime benim için. Hem bunu demeden giderseniz geleceğiniz ümidiyle oyalanırım bir süre. Ümitler olmadan hayat daha da boş oluyor. En azından hayatımı sürdürebilmem için boş birkaç ümidim olur. Hem belki dayanamaz geri gelirsiniz bayım. Düşüncesi bile iyi benim için. En başta da dediğim gibi bir çıkarım yok sizden yana. Her şeyini kaybetmiş bir insanın ne gibi bir çıkarı olabilir ki zaten? Hayır, hayır kaçırmayın gözlerinizi benden. Söylediklerimde ne kadar içten olduğumu anlamam için gözlerime bakmanız yeterli. Eee bayım? Siz bir şey söylemediniz hiç. Müsait misiniz, sevebilir miyim sizi? Kabul ediyorsanız parmaklarınız parmaklarıma değsin. Hayata birlikte boş anlamlar yükleyebilir miyiz? Hadi tutun elimi...

13 Haziran 2012 Çarşamba

Hani böyle daha önce duymadığın sözcükler söyler biri sana..
İnanmak istersin..
Hatta inanırsın..
Yüzündeki gülümseme başkalaşır..
Gözlerinin içi güler..
Her gün daha güzel geçer o’nunla..
Bir tek sözü yeter içini ısıtmaya..
Ama yalandır ya işte hepsi..
Sadece daha önce aldığı yaraları kapatmak için yaklaşır ya sana..
Sonradan öğrenirsin bunları..
İşte o yakar canını..
Kullanılmışlık hissi üzer..
Güzel günlere kötü bakarsın..
Onu hatırlatan şeylerden uzaklaşmaya çalışırsın..
Bir süre yaparsın bunu..
Ama sonra bir şarkı duyarsın, bir şiir okursun..
Tekrar gelir aklına..
Kurcalamaya başlarsın..
Eskiye dair ne varsa sakladığın,
Çıkarırsın ortaya..
O günlere dönmek istersin..
Dönemezsin..
Sonra kızarsın kendine..
“Neden böyle yapıyorum ?
Neden eskiye dönmek istiyorum ?” Diye..
O hiç sevmemiştir ya seni,
Sen sadece fazlasıyla kapılmışsındır..
İşte o yakar canını..
“O” yakar..
“Başkasını sevemez miyim sanki?”
Diye düşüncelerinle kandırmaya kalkarsın kendini..
“Unutamaz mıyım?” diye sorarsın ya kendine..
Cevap hep “Hayır” çıkar işte..
Kimse o’nun gibi olamaz ki sana..
Söyledikleri yalan da olsa tutamaz ki yerini..
İşte o yakar canını..
Kullanılmışlık hissi üzer her geçen saniye..
“O” yakar işte seni.

11 Haziran 2012 Pazartesi



Dans ediyorlardı. Genç kızın kalbi duracak gibiydi, ürküyordu. Sevdiği adamın avucundaydı eli, ilk kez ona dokunuyordu, yanakları kızarmıştı ve gözlerini delikanlıdan sürekli kaçıyordu. Dans ettikleri şarkıyı pek sevmese de artık o çalan şarkı en sevdiği şarkı olmuştu. Hiç hissetmediği duyguları hissediyordu. Genç adam, kızın her belini kavradığında kız ürperiyor, çekiniyordu. "O anın bitmemesi için her şeyimi verebilirim" diye geçiriyordu içinden. Sevdiği adamın kokusunu içine çekiyor, çektikçe başı dönüyordu. Sanki bulutlardaydı ayakları yere değmiyordu, rüya gibi bir akşam yaşıyordu. Hep bu adama dokunmanın hayalini kurmuştu ama gerçekleşeceğini hiç düşünmemişti. Konuşmuyorlardı ikisi de kelimelere dökülmeyecek bu anı bozmak istemiyorlardı belki de. Genç adam da kendini ilk kez bu kadar garip hissediyordu. Lüleleri beline kadar uzanan bu kızın vücuduna verdiği sıcaklık onu mutlu ediyordu. Simsiyah saçları gecenin karanlığında parlıyordu sanki. En az genç kız kadar şarkının bitmesini istemiyordu. Normalde kızların hep hayalini kurduğu bir adamdı ama genç adam daha önce hiçbir kızın hayalini kurmamıştı. Ama kollarındaki kız onu o kadar etkilemişti ki müziği bile fark edemiyordu... Kızın belini sardı ve yavaşça onu eğdi göz göze geldiler, kız daha önce kendisini hiç hissetmediği kadar güvende hissetti ve gülümsedi, genç adam ise o gülümsemede kendisini kaybetti... Biri ilk kez koşulsuz güveni, diğeri de ilk kez içindeki kelebekleri hissediyordu hem de iliklerine kadar. Elleri tekrar birleşti ve genç adam cesaretini toplayıp kızın yüzüne gelen lüleyi düzeltti, kızın yanakları daha da kızardı. Genç kız kabus gibi bir gün yaşamıştı delikanlı onu dansa kaldırana kadar, birden olanları hatırladı ama hiçbir şey yüzündeki gülümsemeyi bozamadı. Genç adama borçluydu bu gülümsemeyi, onun verdiği güvene ve huzura... Çok sevdiği Tanrı'ya teşekkürlerini sunuyordu kız her gülümsemesinde, ona bu kadar kötü geçen günde böylesine güzel bir hediye verdi diye. Uzun zamandır hem genç kız hem de genç adam daha önce yapamadıkları bir şey yaptılar sonuna kadar anı yaşadılar... Şarkı bitti, genç adam kızı tekrar kendisine çekti ve "Sanırım seni öpmezsem ömrüm boyunca kendimi affedemem" dedi dudakları birleşti, sanki herkes yok oldu... Bu masal bir şarkıyla başlamıştı ve ikisi de bitmemesi için dua ediyordu...

10 Haziran 2012 Pazar

Bazen her şey o kadar çabuk gelişiyor ki müdahale edemiyorum, sadece izliyorum akıp giden hayatımı. "Neydim?, Ne oldum?, Ne olacağım?" hep bu sorular dönüp dolanıyor kafamın içinde.

Bir parça huzur istiyorum.

Gidenlerin arkasından bakmaktan çok yoruldum. Biri yanımda kalsa belki iyileşecek yaralarım, belki her şeye yeniden başlayacağım, bilemiyorum. Herhangi biri olsun istiyorum tam başucumda, yorulduğum an onun omzuna yaslayayım başımı, adımı söylediğinde huzur bulayım.

 Eskileri unutmak istiyorum, keşke mümkün olsa.

Bir yandan üzse de beni eski anılar bir yandan da bugün böyle durmamı onlar sağladı, bir olay eksik yaşasaydım nasıl olurdum acaba... Bu tarz sorular hep beynimi kurcalıyor, elimden gelen mi ne? "Benim için daha iyiydi belki de bu yaşananlar" deyip kendimi teselli edebiliyorum sadece.

Boğazımdaki düğümler çözülsün içimdeki zehir aksın istiyorum.

Söyleyemediklerim zehirliyor bu aralar beni. Her acıyı insanın kendi içinde yaşaması o kadar berbat ki... Tüm duygularımı köreltiyor o zehir, hislerimi yitiriyorum. Ağladığım zamanlar ne kadar kendim oluyorsam insanlara halimi belli etmemek için o kadar sahteleşiyorum. O sahtelik daha da zehirliyor beni. Yanımda biri olacaksa onun yanında hep kendim olmak istiyorum.

Bazen uyuyup uzun bir süre hiç uyanmamak istiyorum.

Rüyalar göreyim diye. Kötü rüyalar bile olabilir fark etmez. Uyandığım zaman "oh be rüyaymış" der geçerim. Hayatta bunu diyemiyorum çünkü. Bazı günlerim kabus tadında geçiyor. Keşke öyle olsalar...

Sadece "bugün"e odaklanmak istiyorum..

Ben başaramıyorum uzun zamandır. Hep yarının, sonraki günün, gelecek haftanın, gelecek ayın, gelecek senenin hesabını yapıyorum... Anı yaşayayım istiyorum ama yapamıyorum. İçimdeki gelecek kaygısının sesini kısabilmek elimde olsaydı keşke. "Ne olacağım?"

Hayatımda "keşke" dememek istiyorum..

Ama o kadar çok var ki...

Keşke her şeyi silebilsem, keşke daha fazla pişman olmasam, keşke biraz huzur bulsam, keşke boğazımda düğümler oluşmasa, keşke içimdeki zehir aksa, keşke kendime yalanlar söyleyip kandırmasam, keşke her şey bir kabus olsa, keşke şimdi uyansam; keşke yeniden küçük bir kız çocuğu olsam...

6 Haziran 2012 Çarşamba

"Umurumda değil artık o." diyordu kadın. Bunu söylerken gözünden bir damla yaş akmıştı hemen sildi. "O artık umurumda değil nereye giderse gitsin, kiminle olursa olsun" diye tekrarladı. Kendine yalan söylemeyi deniyordu kendisini yalanına inanırsa herkes kolayca inanırdı çünkü, öyle düşünüyordu. Gidip en sevdiği köşesine oturdu, içinden hala "o umurumda değil" diyordu kendi kendine söylenirken bir yandan da olanları düşünüyordu ve olacakları... Geçen sene bu zamanlar ne kadar mutlu olduğunu hatırlamıştı kadın, sevdiği adamın yolunu nasıl beklediğini, saatlerce nasıl gülüp eğlendiklerini, onunlayken gecelerin ne kadar kısa olduğunu, yaşama bakışının bir anda nasıl değiştiğini, birlikte oldukları zaman sadece evrende ikisi varmış gibi oluşan o garip hissi hatırlamıştı. Sanki bu yeni sene her şeyi silmişti... Kadın şimdi, her zaman gözlerinin içi ışıldayan kadın değildi; gözleri dolduğunda biraz parlaklık oluşan gözlere sahip bir kadındı, adamda hiçbir şey değişmemişti yine o mükemmel gülümsemeye sahip olan adamdı, sadece kadına dair her şeyi hayatından silmişti. Silmek kadın için kolay değildi, nasıl silebilirdi ki onu? Her gün bir araya gelmeden duramayan iki insan şimdi iki yabancı gibiydi. "Gibi" denmesinin sebebi kadının hala eski günleri özlemesi idi, kabullenemiyordu bir türlü adamın hareketlerini. Onca yaşanandan sonra nasıl onu yabancı olarak görebilirdi ki? Ortada hiçbir sebep yoktu yabancı olmaları için "neden?" diyordu sürekli kadın, "neden böyle oldu?". "Birbirimize söz vermemiş miydik?" diyordu. Evet, söz vermişlerdi birbirlerine. Adam, kadına "hiç gitme her zaman yanımda ol" demişti kadının zaten hiç gitmemeye niyeti olduğunu bilmeden. Ama şimdi adam gitmişti, verilen tüm sözlere ve kurulan tüm hayallere rağmen. Verilen sözlerin ve kurulan hayallerin kadını hayata bağladığını sanırım fark edememişti adam, en azından kadın böyle düşünüyordu. Çok fazla soru vardı ve cevapları yalnız bir kişi de vardı. O kişi şimdi gitmişti. Uğruna onca fedakarlık yapılan adam gitmişti... Kalkıp kafasını dağıtmak amacı ile bilgisayarına yöneldi kadın sonra gözü bilgisayarının yanındaki adamın fotoğrafına takıldı içinden bir parça kopup gitmişti sanki, adamın onu umursamamaya başladığından beri kopan kaçıncı parçaydı sayamamıştı. Yavaşça ilerledi ve çerçeveyi ters çevirdi bir parça daha gitmişti şimdi... Fotoğrafın çekildiği an gözünde canlanınca bir parça daha... Gülüşü yankılandı kulaklarında ve şimdi bir parça daha... Olduğu yere yığılıverdi nefes almakta zorlanıyordu. Adam, bütün içini kaplamıştı kadının, öyle saf bir halde işlemişti ki içine her giden parça ile birlikte kadının benliği de gidiyordu. Gittikçe tükeniyordu... Boş boş bakmaya başlamıştı, gittikçe tükeniyordu... Ne yapacağını düşündü kadın. Buna bir şekilde son vermesi gerekirdi. Bir insan her şeyini kaybettikten sonra ne yapabilirdi? Ölümü düşündü ilk başta, mantıklı da geldi kadına. Nasıl yapacağını düşündü ilk önce banyodaki dolabında bir sürü ilaç vardı alabilirdi onları bütün acılarından kurtulabilirdi. İlaçları içip gidip uzanırdı yatağına ve uykusunda bu dünyadan giderdi. Tam kalkıp ilaçları almaya karar verdiği an tereddüde düştü kadın, uzun uzun düşündü. Her şeyi kaybetmişti belki ama kendini öldürecek kadar aciz olmadığına karar verdi zaten bir gün ölecekti her insan gibi o günü beklemeye ve o gün gelene kadar geçmişi düşünmemeye karar verdi. "Umurumda değil" dedi tekrar yaşayabilmesi için yalanlara alışmalıydı. Zor da olsa kalktı yığıldığı yerden yatağına doğru ilerledi öleceği günün bugün olmasını hatta şimdi uykusunda ölmeyi dileyerek...

3 Haziran 2012 Pazar

"Beni sevdi, benden çok..."



Genç kız "hayat çok kısa" diyordu kendisine. "Pamuk ipliğiyle bağlı olduğumuz hayatta neden bu kadar acı çekiyoruz, çektiriyoruz?" diye düşünüyordu. Mutluluktan çok acıyı tatmıştı. 4 sene öncesine kadar çocuk yanını koruyordu mutlu olmak için tek sebebi o yanıydı. Sonra o gitti, çocuk yanını bağladığı kişi -hiç kahramanı olamayan kişi- kalbinin o en güzel yerini; çocuk yanını da beraberinde götürdü... Gidişin ardından hep kar gibi soğuk olan elleri hayatına daha sıkı sarılması için bir neden arıyordu ama bulamıyordu. Genç kız, yaralarını öpen, uyuduğunda izleyen, çoğu zaman onu huzursuz edecek davranışlarda bulunsa bile her zaman yanında olan o giden kişiyi istiyordu. Eve geldiği zamanlar genç kız bazen kaçardı ondan uyku numarası yapardı ama o aldırış etmezdi hep yorganın dışında olan ayağını öperdi. Belki hiç o kadar sevilmemişti, sevildiyse bile bilememişti. Sanki o kalbini çıkarıp yerine genç kızı koymuştu. Ona bazen kötü davransa da, onu üzse de genç kızı, kızın kendisini sevdiğinden çok sevmişti. Giden biri işte böyle biriydi, severken can yakan... Genç kız, onu anlatırken "o hayatımın çocuk yanıydı" derdi. Mutluluğu tattığı dönemlerde genç kız sanki olacakları hissetmiş gibi "bir gün bitecek" diyor, olacakların hesabını yapıyordu o zaman ki küçük aklıyla. Ama hiç tahmin etmemişti bu kadar acı olacağını, yıkıcı olacağını... Her şey bitse bile o çocuk yanını hiç kaybedeceğini düşünmüyordu. Geri kazanabilirdi belki ama kudreti kalmamıştı. Acıları onu yaşlandırmıştı. Evet, yaşlanmıştı. Genç gözüküyordu belki ama ruhu öyle değildi, tükenmişti ve bunu derinden hissediyordu. Kendini sırça bir fanusta gibi hissediyordu. Her şeyi görüyor, biliyor ama hiçbir şey yapamıyordu. Sesini duyan yoktu... Seni duyursa bile biri onu oradan çıkarabilir miydi, anlatacaklarını anlayabilir miydi bilmiyordu. Kendiyle hesaplaşıyordu o sırça fanusta. Olanlar onun hatası değildi, hiçbir zaman hata yapmamıştı hatta. Huzursuz olduğu anlarda bile sakinliğini korumuş, güzel günleri düşlemişti. Şimdi düşleyemiyordu, kalbini atıp yerine genç kızı koyan kişi genç kızı kalbinden attığı günden beri düşleyemiyordu gelecek güzel günleri. Dönüp dolaşıp aynı cümle dökülüyordu genç kızın dudaklarından "Beni sevdi, benden çok..."