19 Haziran 2012 Salı

Korkuyorum. Yara almaktan... Gerçekten değil de mecazen düşmekten... Keşke hep gerçekten düşsek. Hani şu "düşünce sadece dizimiz kanasa" olayı var ya, heh aynen öyle işte keşke dizim kanasa. Aldığım her nefesin acıtmasından çok daha tatlı bir acı o. Çok sevdiğim mevsimin hiçbir şey ifade etmeyecek günlerin gelmesinden korkuyorum. Yaklaşık 1.5 yıldır kendimi herkese kapattım. Zorunda olmadıkça ne evden çıkıyorum, ne birileriyle görüşüyorum. Kendimi dinliyorum sadece. Neler yapabileceğimi düşünüyorum. Babamın haklı çıkmasından korkuyorum. Hayatım boyunca unutamayacağım o sözü söylediğinden beri haklı çıkmasından çok korkuyorum. Birilerini sığınacağım bir liman olarak görmek istemiyorum. Çünkü ne zaman öyle bir hataya kapılsam o limanda hep bir şeyler oluyor, her şey başıma yıkılıyor. Enkazın altında yalnız kalmaktan korkuyorum. Normalde yalnız kalınca zor da olsa her şeyin üstesinden gelebiliyor insan ama bir enkazın altında yalnız kalmak, hele yaralı bir halde yalnız kalmak; ölüm gibi... Sürekli endişe, sürekli gözyaşı, sürekli bilinmezlik... "Biri gelecek mi, sesimi duyacak mı, beni buradan çıkarabilecek mi, eskisi gibi olabilir miyim, hayata devam edebilir miyim?" Bu sorularla hep o üçgenin içinde olmak ölüm gibi... Bir süre sonra "gibi" bölümünden vazgeçip artık bitse diye dua etmeye başlıyorsun. Ölümü arzuluyorsun. Elinden hiçbir şey gelmiyor öylece bekliyorsun. Ta ki duan kabul olana kadar... İşte ben bunları yaşamaktan çok korkuyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder