18 Temmuz 2012 Çarşamba



Hastaydı kadın, ölmeyi bekliyordu. Yatağının kenarında oturan sevgilisi tatsızdı, kabullenemiyordu biricik sevgilisinin hastalığını. Konuşmaya başladı kadın;

"Hepimiz öleceğiz işte, zamanı belli değil ama öleceğiz. Hiç ummadığımız bir anda olacak, hiç ummadığımız bir şekilde... Hani aşk için diyoruz ya çoğu zaman "hiç ummadığım zamanda geldi" diye işte ölümde öyle olacak. Ne olacağını anlamadan gideceğiz... Korkularımız, hayallerimiz, sevenlerimiz olmayacak yanımızda, tek başımıza ölmeliyiz. Ben yapacağım bunu, vaktim dolmuş ne yapalım? Uzun bir uykuya geçecek bedenim, ruhum çok şey beklerken... Ruhum senin yanında olacak hep, bedenim için sadece her şey bitecek diyorum, duymuyor musun? Belki 1 saat sonra öleceğim. Neden şimdi gözlerimin içine bakmaktan korkuyorsun? Tutsana ellerimden... Bak her pişmanlığı telafi edebiliriz ama bunu yapamayız. Lütfen bana bak ve gülümse, beynim bu anımın da fotoğrafını çeksin, hayat gözlerimin önünden film şeridi gibi akarsa o gülümsemene kitlenmek istiyorum. Her şeye rağmen inatla gülümseyen o yüzüne. Seni seviyorum."

Ne diyeceğini bilemedi adam sevdiği kadın bunları söylerken. O sımsıcak teninin buz gibi olacak olmasını, bir daha kahkahalarını duyamayacak olmasını, gözlerine bakıp dalamayacak olmasını kabullenemiyordu. "Neden o gitmek zorundaydı? Neden o? O kadar kötü insan varken neden o ölmek zorunda?" diye kendini yiyordu içten içe. "İyiler her zaman erken ölür" klişesi geldi aklına. Sevgilisinin elini tuttu ve baktı ona tüm sıcaklığıyla. Bir şeyler demesi gerekirken dudakları kilitlenmişti resmen. Yalandan gülümsemeye çalıştı başaramadı, gözlerinden iki damla yaş süzüldü yanaklarına. Elleriyle sildi kadın adamın gözyaşlarını ve tekrar konuşmaya başladı;

"Bak kızıyorum ama şimdi. Tüm gün ağlaşıp durmak istemiyorum. Son anlarım bunlar, bunun farkındayım ve korkmuyorum. Sen benden sonra da devam edeceksin, etmelisin. Beni unut demek değil bu bensiz de yaşa, anın tadını çıkar demek. Güçlü ol şimdi, her şeyi unutalım ve çıkalım şu hastahane odasından. Beni lunaparka götürecektin unuttun mu? Kaytaracağını sanıyorsan yanılıyorsun!"

Adam hayretle bakıyordu kadına; ölecekti ama hayat doluydu, her şeyi bırakıp gitmek zorundaydı ama her şeye sarılıyordu. Mutlu olmaya çalışıyordu tüm umutsuzluğa rağmen. Zorda olsa kabul etti adam, gidip doktordan izin aldı. Odaya girdiğinde ise tekrar hayrete düşmüştü. Saçları döküldüğünden beri hiç peruk takmamıştı sevgilisi, şimdi ise başında peruk ve üzerinde o nefret ettiği ama adamın sevdiği elbise vardı. Yüzünde ise ölüme meydan okuyan o gülümsemesi... Ağrılarını belli etmiyordu kadın son anlarının tadını çıkarmaya çalışıyordu sadece, sarıldılar sevgilisiyle birbirlerine. Lunaparka gelene kadar hiç konuşmadılar. Elleri birbirine kenetlenmiş, gözleri ise martılardaydı. Arabadan indiler ve ilk durakları dönme dolap oldu... Çocukluğuna dönmüş gibiydi kadın, ağrılarını unutmuş etrafa neşe saçıyordu. Adam sadece izlemekle yetiniyordu olanları. Böylesine hayat dolu bir insanın gidişini kabullenemiyordu işte. "Ölüşünü" diyemiyordu. Ölüm ona yakışamayacak kadar kötü bir kavramdı. Gidiş diyordu onun için. Bir gün ben de gideceğim yanına diyordu. Yalnız kalmayacak... Bindiler dönme dolaba, adamın ricasıyla en tepeye geldiği an duracaktı dönme dolap. Kadın başını adamın omzuna yasladı...

En tepeye geldiklerinde adam peruğundan öptü sevgilisini, duygularını kolayca ifade edebilen biri değildi deminden beri söyleyemedikleri dökülmeye başladı dudaklarından; "Seninle geçirdiğim hiçbir anı unutmayacağım, ne olursa olsun. Lütfen beni alıştırmaya çalışma gidişine, alışamam. Sen benim çocukluğumsun, gençliğimsin sen olmadan dayanabileceğimi düşünmüyorum. Benim tek ailem, tek aşkım, tek arkadaşım, tek kardeşim, tek dostum sensin. Bencillik olarak algılama dediklerimi, biliyorsun beni işte. Her şeyim sensin... Sen gitmek için çok iyisin. Gitmemen için her şeyi feda edebilirdim. Seninle gelebilmek için her şeyi feda edebilirdim, hemen yanına gelsem affetmezsin beni değil mi? Daha önce böyle demiştin, zamanını beklemek istemiyorum ben. Ne olur geleyim ben de seninle. Şimdi olduğu gibi bulutlara yakın oluruz yine. Martılar kadar özgür oluruz. Seni seviyorum..."


Kadın "sakın yapma, sen yaşamalısın. Seni seviyorum" dedi ve güçsüzleşti birden adamın elini tutan o ince eli. Bir daha adamın söylediklerine cevap veremedi... Gitmişti, lunaparkta, dönme dolapta, bulutlara en yakın yerde gitmişti. Bitmişti bedeni için hayatı, ruhu çok şey beklerken. Giderken gülümsemişti, gülüşü ölüme inattı sanki...



... But the strength I always loved you
Finally gave way...
Somehow i knew you would leave me this way
Somehow I knew you could never stay
And in the early morning light
After a silent peaceful night
You took my heart away
In my dreams i can see you
I can tell you how I feel
In my dreams i hold you
It's feel so real...
And still feel the pain
I still your love
I stil feel the pain
I still feel your love
Somehow i knew you could never, never stay
Somehow i know you will leave me...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder