12 Temmuz 2012 Perşembe



Önce birbirine sımsıkı sarılmış olan bedenleri ayrıldı birbirinden, sonra elleri... İkisinin de eli birbirlerinin yanaklarına gitti, ayrılık yaşını silmek için. Neden diyordu ikisi de. "Neden?!" Neden şimdi adam sevgilisini bırakıp gidecekti o gemiyle? Neden kadın adamı bir daha göremeyecekmiş gibi korkuyordu? Neden?.. Her şey bir soruya dayanıyordu. Cevapları saçma olan soruya... Konuşmuyorlardı hiç, konuşamıyorlardı... Konuşmaya da ihtiyaçları yoktu pek. Gözleri ve gözlerinden akan yaşları, titreyen elleri, vücutları anlatıyordu her şeyi. Korkularını, özlemi, şimdiden onları tepeden tırnağa sarmış yalnızlığı... Adam o gemiye binecek ve sanki her şey bitecekti. Yaşanan her şey bir masal tadında rüyalarına girecekti... Sanki o an rıhtımda iki beden, ağrıyan iki kalp ve çokça yalnızlık vardı...

"Gitme" dedi kadın gözlerinden akan yaşlar eşliğinde, "Gitme kal benimle. Gidersen dönmezsin bir daha, dönemezsin. Yalvarırım gitme illa gidilecekse beraber gidelim ama sen ne olur yalnız gitme." Boğazındaki düğümler bir kat daha arttı ve sustu yine. Gözyaşları devam etti anlatmaya. Unutulmaktan korkuyordu kadın, yerini başkalarının almasından korkuyordu. Çaresizdi... Gitmek zorundaydı adam, o da istemiyordu gitmeyi ama başka çaresi yoktu. Herkes hayat denen şeyde yaprak gibi savruluyordu şimdi adamın da savrulması gerekiyordu. Nasıl karşı gelebilirdi hayata, rüzgara? Çalışmak için gidiyordu geminin götüreceği o uzak diyara... Tutunamamıştı bulundukları şehirde bir işe, tek yol gitmekti. Gidecekti, iş bulacaktı biraz çalışıp küçük bir ev tutacaktı, bahçeli... Hep hayal ettikleri gibi yapacaktı her şeyi; bahçede hanımeli, mor salkımlar, renk renk güller olacaktı belki bir de 1-2 meyve ağacı.. Her gece o çiçekler arasında yatıp yıldızlara bakacaklardı... Evi tutup, bahçeyi de hazırladıktan sonra alacaktı yanına sevdiğini ve aralarına ölüm girene kadar bırakmayacaktı... Bunlar için gidiyordu adam, bunlar için gitmeliydi. Hayallerini hatırlattı sevdiğine, sevdiğinin içindeki yangın sönsün diye... Kendi içindeki yangını söndüremeyecekti ama sevdiği rahat etsin istemişti. Her şey onun için değil miydi? "Ağlama artık" dedi. Çocukluğundan beri boynunda taşıdığı kolyeyi çıkardı adam, kadının ince boynuna taktı. "Sakın çıkarma bunu ben seni almaya gelene kadar. Hep beni hissedeceksin bununla. Ona baktıkça beni hatırla, düşlerimizi, martıları seyredişimizi hatırla. Seni sevdiğimi, ölene kadar seveceğimi hatırla... Geleceğim ben. Alacağım seni yine kollarıma." dedi ve öptü kadını, büyük bir tutkuyla... Gemiye binme vakti gelmişti. Yeni ufuklara açılmanın, sevdiğini geride bırakmanın ve hayallere yaklaşmanın vaktiydi bu... "Söz veriyorum" dedi adam ve ekledi "Döneceğim ve seni alacağım yanıma... Seni seviyorum." Sarıldılar, son kez... Ve bindi adam gemiye kadının kalbiyle...

Kadın gözlerinde yaşlarla el salladı bir süre giden sevgilisinin ardından. Uzun bir süre baktı geminin arkasından, sonra gözyaşlarını sildi ve biraz dolaştı etrafta. Bir banka oturdu ve martıları izledi. Aklı, kalbi sevgilisindeydi eli ise boynundaki kolyede "dönecek" diyordu "dönmeli"... Hava kararınca eve döndü, o sessiz, boş, anlamını yitiren eve. Birkaç saatte evi, çocukluktan beri yaşadığı semt, bu şehir anlamını yitirmişti. Yağmur başlamıştı dışarıda, yağmurlu bir günde tanıştıklarını anımsadı ve eli yine kolyeye gitti. Koltuğuna oturdu ve açtı televizyonu, içi sıkılıyordu. Haberler vardı... İlk başta kulak vermiyordu ama sonra bir haber ilgisini çekti, televizyonun sesini açtı.

"Bugün 16:00'da İstanbul'dan kalkan yolcu gemisi bilinmeyen bir sebepten dolayı patladı. Henüz kurtulan var mı bilemiyoruz. Gelişmeler birazdan."

Öylece kalmıştı oturduğu yerde. "Olamaz, o değildir. O dönecek! Hayır hayır kötü düşünmemeliyim o değildir!" diyordu. Sımsıkı tutmuştu kolyeyi ve istediği olmayan bir çocuk gibi ağlıyordu şimdi. Bir şeyler yapması gerektiğini düşündü ve fırladı evden yalın ayak... Yağmur iyice bastırmıştı, birkaç adım uzaklaşınca yığıldı yere. Ağlıyordu, bağırıyordu ama kimse duymuyordu onu. Yağmur siliyordu gözyaşlarını... Sabahtan beri hep sorduğu gibi yine "neden?" diyordu "neden? neden gitti... Neden beni de almadı? Birlikte olacaktık biz" diyordu. Sonra kaybetmişti kendini. Gözlerini bir hastahane odasında açtı. İlk kelimesi onun adı olmuştu... Ama artık o yoktu...

Aradan çok uzun yıllar geçmişti. Saçları bembeyaz, ellerinde ve yüzünde kırışıklıklar boynunda da hala o kolye vardı. Bir kere olsun çıkarmamıştı. Çok denemişti onun yanına gitmeyi ama her seferinde birileri yoluna taş koymuştu. O da bekliyordu şimdi "doğru" zamanı... Her gün o rıhtımda, tam ayrıldıkları yerde, gözünde yaş ve boynunda kolye bekliyordu gemiyi onu da alıp götürsün diye...

4 yorum:

  1. Yanıtlar
    1. Türk filmi gibi yazdım. Olmamış mı? O.o

      Sil
    2. Sorun da orda zaten, olmuş! Gözlerim doldu, içime bir acı sindi; öyle bir sindi ki... :(

      Sil
    3. O güzel gözlerin dolmasın ama öyle. :/ Çok teşekkür ederim meleğim... ♥

      Sil