3 Ağustos 2012 Cuma

Saat çalışıyor. Tik, tak, tik, tak, tik, tak...

Her geçen saniye ölüme yaklaşıyorum ve korkmuyorum. Ölüm bir belirsizlik, hayat gibi. Bizi neyin beklediğini bilmiyoruz. Sadece daha net şeyler olacak orada "gerçek mutluluk" ve "acı" gibi. Her şeyin daha gerçek olduğu bir yere gideceğim neden korkayım ki? Bizim dünyamızda "mutluluk" unutulmuş... Yalanlara o kadar inanılmış ki, unutulmuş. Birinin gülüşünün, yanında insanların olmasının adı mutluluk konmuş. Bizim dünyamızda "gerçek" de unutulmuş. Yalanların adı gerçek konmuş hatta. Gerçeğin "acı" olduğu unutulmuş. Ne kadar saçma değil mi? Her şey unutulmuş, değiştirilmiş, saçma sapan yeni anlamlar kazanmış. Gerçekler yenilmiş; acımasızlık, bencillik, yalancılık kazanmış. Tüm bunlara rağmen her şey "yeterli" görülmüş. Hiçbir şey yeterli değil ki. Kabullendiğimiz gerçekler yeterli değil, okuduğumuz kitaplar yeterli değil, yazdıklarımız yeterli değil, yaşadıklarımız yeterli değil, aldığımız nefes bile yeterli değil... Çoğu sahtelik içerirken nasıl yeterli olabilir ki?

Saat çalışmaya devam ediyor. Tik, tak, tik, tak, tik tak...

Belki öleceğim bugün. Hiçbir şey bilmiyorum. Büyük bir bilinmezin içinde savurulup gidiyorum. Dalından düşen bir yaprak gibi değil miyiz hepimiz? Nereye savrulacağımız ve birinin ne zaman üzerimize basacağı belli değil. Hayat belirsiz, insanlar anlamları da belirsizleştiriyor, sürekli değiştiriyor. Neyin anlamı kaldı? Ne eskisi gibi? Her şey olmaması gereken bir düzende... Ve burası böyleyken ben ölümden korkmuyorum. Yalanlara gözlerimi kapayıp, en gerçeklere gözümü açmak istiyorum. Bir gün olacak bu, o günü bekliyorum.

Ölüme 1 dakika daha yaklaştım, saat çalışıyor hala. Ne zaman duracak bilmiyorum. Tik, tak, tik, tak, tik, tak...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder